Çok bilinen bir fıkradır. Kendini "normal" addeden biri, akıl ve ruh hastalıkları hastanesinin önünden geçerken, bahçeden dışarı bakmakta olan bir hastaya, gülerek sorar: İçeride kaç kişisiniz? Hastanın cevabı kısadır: Bizi boşver; asıl siz dışarıda kaç kişisiniz?

Kim hasta, kim normal gerçekten ve normal olanı belirleyenler, ne kadar normal? Gazete haberleri, cinnet halindeki insanları anlatırken, televizyon ekranları bin türlü sapkınlığı yansıtırken, ülkede fırıldaklık alıp başını gitmişken... Normal, kendini ne kadar koruyabilir? Akıl sağlığı başta nasıl durabilir, ruh nasıl sağlam olabilir? Sıyırmadan kopmadan, insan olarak nasıl kalınabilir? Herkesin yana yakıla "sıyırmaya az kaldı" diye gezindiğini görüp "doğru adresi" araştırdık ve Dokuz Eylül Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Köksal Alptekin'in kapısını çaldık. Ruh sağlığı açısından okumanızda büyük fayda var diyoruz...

DİVA. Gazeteler/TV'ler kara haberlerle dolu. Herkes mutsuz. Prof. Baskın Oran, "Türkiye cinnet geçiriyor" diye yazdı geçenlerde. Hakikaten Türkiye cinnet mi geçiriyor? Ne demek Türkiye'nin cinnet geçirmesi psikiyatrik açıdan?

KÖKSAL ALPTEKİN. İnsanın ruhsal yapısı, doğrudan çevre ile ilişkili. Doğal ortamdan tutun, yaşama şekli, şehirleşme, stres, iş yaşamının getirdiği zorluklar ya da tam tersi işsizlik, ekonomik koşullar... Bunlar insanın ruhsal yapısını doğrudan etkileyen faktörler ve bunlar kişiden kişiye yatkın olan bireylere göre değişik etkiler yapabiliyor. Kimilerine göre sizin söylediğiniz gibi, alıp başını uzaklara gitme şeklinde, kiminde mutsuzluk, çok yoğun anksiyete, yoğun endişe şeklinde ortaya çıkabilir, özellikle gelecek endişesi. Kiminde de iç dünya karmaşık hale gelebilir. Aklı karışır, zihni karışır, yorumlamaları değişir, farklı algılayabilir ki cinnet kavramı burada devreye girebilir. Biz ona "psikoz" diyoruz. Kişinin gerçeğe değer verişinin bozulması ve gerçeğe uygun olmayan süreçler içine girmesidir. İşlerin yolunda gittiği, herkesin daha mutlu olduğu, karnının doyduğu, ilişkilerin insanları daha mutlu edici şekilde yoğunlaştığı, yanlızlığın olmadığı, insanların birbirine destek olduğu bir ortamda bu tür zorluklar, bu tür duygusal sorunlar ve bu tür karmaşalar da kaybolacaktır. O nedenle biz çevreyle doğrudan ilgileniyoruz. Birçok hastalık, çevredeki olaylarla doğrudan ilişkili olabiliyor.

DİVA. Bir örnekle açabilir miyiz?

KÖKSAL ALPTEKİN. Örneğin, bir işadamı düşünün; işleri yolundayken birden ödemelerde güçlük çekmeye başlasın, duygusal yapısı etkilenecek, yoğun endişeler başlayacaktır gelecekle ilgili, çünkü sahip olduğu bir güç sarsılacak ve bu gücü kaybetmeyle ilgili yoğun endişeler başlayacak, mutsuzluk ortaya çıkacak. Böyle bir işadamı rahatlıkla depresyona girebilir. Bu depresyon, intihara kadar gidebiliyor. Eğer bu kişi, kişilik yapısı ya da kalıtsal bazı özellikler nedeniyle dağınık bir düşünce ve duygusal sisteme sahip ise, böyle bir streste birdenbire bizim psikoz dediğimiz; gerçeği değerlendirmenin bozulduğu, çevrenin farklı algılandığı, şüphe içine girdiği bir duruma da girebilir çok rahatlıkla. Yine böyle bir kişi stresle bağlantılı olarak dışarıya hiçbir şey yansıtmayıp birtakım bedensel semptomlar çıkarmaya başlar.

DİVA. Nasıl semptomlar?

ALPTEKİN. Örneğin, en sık gördüğümüz, kalple ilgili sorunlar çıkabilir. Mesela, ülser gelişebilir, şiddetli baş ağrıları çekebilir. Böyle bir stres herhangi bir kişide, örneğin böyle bir işadamında bir takım bedensel hastalıklara, depresyona, intihara, psikotik sürece yol açabiliyor. Bütün hastalıklarda kişinin içinde yaşadığı çevresel süreçlerin o kişiye çok yoğun etkisinin olduğunu, birçok araştırma göstermiştir.

DİVA. Toplumsal karmaşa insanların ruh dünyasını da karıştırıyor. Oysa İskandinav ülkelerinde her şey son derece düzenli. Gelecekleri güven altında. Ama insanlar anormal mutsuz. İntiharlar çok fazla. Bunun tek nedeni, orada gün ışığının azlığı mı?

Köksal Alptekin

ALPTEKİN. En önemli nedenlerinden biri o...

DİVA. Yani rahat batması değil mi? Hani insan ruhu çok karmaşık ya, bazen her şeyin çok yolunda, düzenli olması da insanları rahatsız eder ya...

ALPTEKİN. İskandinav ülkelerinde insanların yaşama şartları çok uygarca vc çok rahat. Hem özgürlük açısından, hem ekonomik açıdan.

DİVA. Gelecek kaygıları yok, güvendeler. Ama intiharlar çok fazla!

ALPTEKİN. Burada iki önemli sorun var. Bunlardan biri iklim. Özellikle, karanlık ortam, havanın kapalı olması, o kişileri depresyona sürüklüyor. Bizde Karadeniz Bölgesi buna yatkın. Özellikle Karadeniz'de kışın hep hava kapalı.

DİVA. Onun için mi asabi bizim Karadenizliler?

ALPTEKİN. Hem asabidirler, bir miktar da muhtemelen kalıtsal özellikler var; hem de Karadeniz Bölgesi'nde hastalık hastalığı çok fazladır. Çok sık doktora giderler. Ufacık bir bedensel belirtide, soluğu doktorda alırlar.

DİVA. İskandinav ülkelerine dönersek...

ALPTEKİN. Burada muhtemelen hem havanın, hem de kalıtsal özelliklerin etkisi var. İkinci önemli sorun da sosyal yaşantı. Genellikle orada devlet her şeyi sunmuş ama insanların birbirleriyle ilişkisi çok zayıf ve yalnız insanlar. Evler izole, ilişkiler ve sosyal destek son derece az. Biz o açıdan kültür olarak daha şanslı bir ülkeyiz. Ne kadar refah içinde yaşasalar da hem yalnız olmaları, hem iklimin getirdiği süreç de onları depresyona sürüklüyor. Bu depresyonun o ülkelerdeki önemli sonuçlarından biri de alkol ve madde kullanımının yüksek olması. Bizim ülkemizde de geçmişle kıyaslayınca, özellikle şehirleşmeyle paralel; kişilerin, gitgide yalnızlaşması var. Kişilerin kendi kapı komşularından bile uzaklaşmaları, çok hızlı ve sürekli giden bir iş hayatı var. Biz de bir miktar bu tür bir sosyal desteği yitirmek üzereyiz aslında...

Köksal Alptekin

İnsanlar yalnızlaştıkça bize başvuranlar artıyor. Eşin, dostun, arkadaşın yerine psikiyatristler, profesyonel dinleyiciler alıyor, çünkü birinin dinlemesi lazım.

DİVA. İşini bırakıp kendine farklı bir dünya kuran bir arkadaşım şöyle demişti bana: Bu hayat insan bünyesine aykırı. Korkunç bir iletişim, bir yanda iletişimsizlik. Nefes nefese yaşıyoruz. Bu hayat, bünyemize aykırı mı?

ALPTEKİN. Evet evet, çok doğru çok. İş hayatı eskiye göre daha hızlı. Belki internet iletişimin hızlanmasıyla, uluslararası bağlantıların hızlanmasıyla iş hayatı eskiye göre daha hızlı ve daha yarışmacı bir niteliğe büründü. O yarışmada, özellikle insanların kaybedecek tek bir zamanları bile yok, arkadaşlarını bile dinlemeye zamanlan yok, duygulara dikkat edecek ve önem verecek zamanları da yok. Bu yarışmacı ortam içinde stres çok gelişiyor. İngiltere'de yapılan bir çalışma var psikolozlarla ilgili; şehir bölgesinde psikozlarda bir artış var. Kırsal bölgede o artış, o hızla gözükmüyor. Şehirleşme, ciddi ruhsal hastalıkları körükleyen bir etki olarak ortaya çıkıyor. Özellikle stresle bağlantılı olarak ve kişilerin zorluklarla baş etmekte kullandığı destek sistemlerinin zayıflaması, hastalıkların otomatikman onun yerine geçmesine yol açıyor. Örneğin, eskiden belki kişinin canı sıkıldığı zaman hemen başvuracağı bir yengesi, bir dayısı varken ve yenge-dayı ona dikkat ederken; şimdi bu ilişkiler çözüldüğünde başvurabileceği bir yer olmuyor. Böyle bir destek alamayışı da bu kişinin baş etme sistemlerini zayıflattığı için, hastalığa zemin oluşturuyor ve çok sık hastalıklar ortaya çıkabiliyor.

DİVA. İnsanlar yalnızlaştıkça sizin hastalarınız da artıyor, değil mi ?

ALPTEKİN. Kesinlikle. Mesela ben tıp fakültesinde psikiyatriyi seçtiğim zaman psikiyatri bu kadar parlak görünmüyordu, fakat şimdi psikiyatri parlayan branş, çünkü orada yılların teyzelerinin yerini artık psikiyatristler alıyor. Örneğin, bir işadamı ya da işi nedeniyle çok yoğun ve yarışmacı bir sistem içerisinde olan bir kişi, bir arkadaşını dinlemiyor, ancak birinin onu dinlemesi lazım. İşte onu dinleyecek olan da bir profesyonel oluyor. Bu nedenle psikiyatristlere, özellikle bireysel nedenlerle başvurular eskiye kıyasla çok artıyor. Eskiden çekinme de vardı, şimdi büyük şehirlerde böyle bir şey de yok, çok rahatlıkla insanlar kendi sorunları için başvuruyorlar. Daha çok eşiyle, çocuklarıyla, çevresiyle ya da iş sorunları yaşayan, hayatla ilgili kendi sorunları olan kişiler yoğun başvuruyor, depresyon aralarında en yaygını.

DİVA. Ama herkes aynı oranda etkilenmiyor. Örneğin, aynı işyerinde aynı olaya farklı tepkiler oluyor. Ben karalar bağlıyorum; diğeri "ne yapalım" deyip geçiyor. Bu nasıl oluyor? Bu neye bağlı; bu duyarlılık mı?

ALPTEKİN. Çok güzel noktalara değindiniz. Birkaç farklı özelliğin bir araya gelmesi önemli. Bunun başında genetik yatkınlık geliyor. Ne demek genetik ya da kalıtsal yatkınlık; şimdiye kadar ruhsal hastalıkların hiçbirinde birebir kalıtsal geçiş gösterilemedi. "Kalıtsal yatkınlık" şu demek; örneğin, eğer bir X geninde bozulma varsa sizde uygun ortam bulduğu zaman bu X genindeki bozulma, hastalığı ortaya çıkartabiliyor. Mesela; COBT geni dediğimiz bir gen var, bu COBT geninin psikoz dediğimiz; gerçeği değerlendiren, bozulma tablolarıyla doğrudan ilgili bir gen olduğu artık birçok çalışmada gösterilmiş. Eğer genç olan ergende bu COBT geninde bir bozukluk varsa, ergen esrar kullandığı zaman çok rahat olarak bir psikoz tablosu geliştirebiliyor. Her ergen esrar kullandığı zaman böyle bir bozukluk olmayabiliyor. Kalıtsal yatkınlığın anlamı bu. Örneğin, depresyona yol açabilecek bir yatkınlığınız varsa, zor koşullarda karşılaşıldığında depresyon ortaya çıkabiliyor, ama böyle bir genetik yatkınlığımız yoksa depresyon ortaya çıkmayabiliyor. Bunun en somut örneğini kişi nasıl anlayabilir; aile ağaçlarına bakarak. Eğer bir kişinin ailesinde, anne tarafında baba tarafında özellikle en yakın çevrede ve daha sonra uzak çevrede depresyon, panik bozukluğu, şizofren gibi hastalıklar varsa kişinin bu hastalığa yatkınlığının olma riski çok kuvvetli. O zaman bu kişi, diğer kişilere oranla, stresle karşılaştığı zaman hastalık ortaya çıkacak. Bu nedenle ilk temel kalıtsal yatkınlık. Ama bu şu demek değil; biz örneğin şizofren için, depresyon için ailede hiçbir öykü olmadığı halde kişide depresyon görebiliyoruz çünkü çevresel etkenler de doğrudan kalıtsal bir yatkınlığı olmadığı halde kişide ruhsal hastalıklar ortaya çıkarabiliyor. Bu çevresel etkenler için de iki yönlü düşünmek lazım. Bir; dışardan gelen süreçler, iki; kişinin kendi içindeki kişilik yapısı, ruhsal yapısının örgütlenmesi. Bazı insanlar çok zor koşullarda, çok iyi bir yapı oluşturabiliyorlar. İyi bütünlenmiş, iyi örgütlenmiş olan bir birey daha sonraki yaşantılarda karşılaştığında zorluklarla baş edebiliyor. Bazı kişiler ise zorluklarla karşılaştığı zaman böyle bir bütünlüklü, örgütlü ruhsal bir yapı geliştiremiyor. Dışarıdaki stres ve etkenlerle de çok kolay hastalığa ulaşabiliyor, ve bence de kişinin oluşturduğu ruhsal yapısı, kişilik yapısı bu hastalıklarla baş etmekte en önemli mekanizmalardan biri.

Köksal Alptekin

DİVA. Ruhsal yapıyı neler oluşturuyor?

ALPTEKİN. Öncelikle kişinin içinde bulunduğu aile atmosferi, aile özellikleri, bebekken ve çocukluk döneminde bu kişiyi seven, anlayan, hoşgörülü yaklaşan bir aile atmosferi varsa bu kişinin kendi ruhsal gelişimi daha örgütlü ve daha bütünlüklü oluyor. Eğer parçalanmış bir aile, çocuğu çok anlamayan, çocuğun gereksinimlerini karşılamayan bir atmosfer varsa, o zaman bu ailede kendi kişilik gelişimi daha parçalanmış, daha bütünlüksüz olabiliyor, daha kolay kırılabilen, daha kolay hastalanabilen bir yapı oluşturabiliyor. Buna rağmen bir hastalık ortaya çıkmayabilir. Bir insanda yani kalıtsal yapısı da olsa, aile çok uygun olmasa da hastalık ortaya çıkmayabilir. Bunun üstüne bir de çevresel yaşadığı stres etkenleri gelmesi lazım. Nedir bu mesela, erken dönemde ebeveyn kaybı, en önemli stres etkenlerinden biri. Ya da yoksulluk, ekonomik zorluklar, okul başarısızlıkları, eğitim olanaksızlıkları, meslek, daha sonraki yaşantıda işsizlik, çevresel bir takım zorluklar.

DİVA. İzmir'de/Ege Bölgesi'nde yaygın olan, öne çıkan hastalıklar ne?

ALPTEKİN. Bütün Türkiye'de yaygın olan rahatsızlıklar. En öne çıkan depresyon. Depresyon zaten dünyada da en sık görülen hastalık. Daha çok da kadınlarda. Ama bunun en önemli nedenlerinden biri belki kadınlar daha sık başvuruyor, erkekler o kadar kolay başvurmuyorlar. Ya da kadınların toplum üzerindeki yükü, erkeklere oranla fazla. İkincisi de panik bozukluğu. Bu son zamanlarda dikkat çekici, öne çıkan hastalıklardan biri. Birdenbire gelen çok şiddetli bir sıkıntı hastalığı ve kişinin ölüm korkusu hissetmesi, öleceğini sanması. Bu nedenle de doktorlara gitmesi...

DİVA. "Bu hayat bünyemize uygun değil"e dönersek. Çok duyar olduk; x bankanın CEO'su, müdürü işi bıraktı, kendini bahçeye verdi. Böyle hayatı sadeleştirerek, basitleştirerek ruhsal olarak korunmaya ne diyorsunuz?

ALPTEKİN. Şimdi bunu yapan muhtemelen genç bir insan değildir. Yani 20'lerde 30'larda olan bir insan değildir. Çünkü yirmilerde otuzlardaki insan, daha çok hayat mücadelesinin içine girip yukarılara çıkmak isteyen bir insandır. Bir yerde kriz dersek biz buna, yani kişi kendi hayatını sorgulayıp bir kriz olarak yaşadığına karar verirse, ona bağlı bir takım çözümler bulma haline girer. Bu daha çok 40'lı yaşlarda ortaya çıkan bir süreçtir. 40'lı yaşlarda olan şey şu. Kişinin algıladığı artık hemen hemen birçok noktada doyumu en üst noktadadır, eğer işler yoluna girmişse. Başarılı olmuştur, para kazanmıştır, gücü vardır. Fakat öte yandan bir şey fark eder. Bir şeyler yaklaşıyordur. Özellikle ölüm yaklaşıyordur. O ölüm yaklaşınca kendi muhasebesini yapmaya başlar. Ölüm-yaşam arasında bir seçim gündeme gelir. Bu nedenlerle sizin söylediğiniz gibi seçim yollarından biri bazen işten uzaklaşıp kendine farklı bir hayat kurmaktır. Bize yine sık gelen sorunlardan biri de, dikkatimizi çeken, örneğin bu yaşlarda özellikle erkeklerde görüyoruz. Genç bir kızla olan yoğun bir aşk. O dönemi arkalarda bırakmak.

DİVA. Azgın teke sendromu! Birdenbire kolunda genç bir kız, kıyafetinde değişiklik, imaj... Nedir bu?

ALPTEKİN. Bu, orta yaş krizidir.

DİVA. Eskiden insanlar orta yaşa gelmez miydi? Yok muydu, yoksa ilişkiler ortaya satılmadığından gizli mi kalıyordu?

ALPTEKİN. Eskiden de bu kriz vardı mutlaka. Bu kadar belirgin, aileyi ya da bütün geçmişi yok edip başkalarına gidecek kadar olmuyordu. Muhtemelen sosyal ortam da buna çok izin vermiyordu. Belki daha katı kurallar olduğu içindi. Ama kişiler bu krizi yaşıyordu, çünkü bu kriz psikiyatride çok iyi tanımlanmıştır. Fakat son yıllarda periyod fazla. Çalışılmamış bir alan ama sıklık artıyor mu acaba bireyselleşmeyle beraber? Çünkü şehirleşme, bireyselleşmeyi tetikleyen bir süreçtir. Bireyselleşmede kişinin içsel ihtiyacı çok öne çıkar ve ona uygun hareket etmeye başlar. Daha geleneksel toplumlarda kişinin bu tip hareketleri çok kabul görmez ve kısıtlanır. O nedenle belki biz daha gelenekselken, bu tür eğilimler varsa ve baskılanmışken, şimdi şehirleşmeyle, yalnızlaşmayla beraber kişinin o bireysel arzuları daha öne çıkıyor. Bu tip olayları sık görüyoruz. Ama özellikle orta yaş grubunda. Çünkü orada genç kız, bir tür ölüme meydan okuyan orta yaştaki erkeğin kurtarıcısı gibi görülüyor. Ve gençleşme, hayatı yaşama bu tür kavramlarla beraber gidiyor. Bir tür kişi sanki... Ölümü orada yok sayıyor. Ama geride de bir yıkım bırakıyor. Onca zaman yarattığı bir aile yapısı, çocuklar; bunlara ait bir yıkım bırakıyor.

DİVA. Bu da başka bir soruna yol açıyor o zaman.

ALPTEKİN. Evet, çok ciddi sorunlara yol açıyor...

DİVA. Ölüm çok önemli bir tema değil mi?

ALPTEKİN. Evet, psikiyatride insana ait en önemli temalardan biri.

DİVA. O zaman 'Ben ölümden korkmuyorum' sözü doğru değil.

ALPTEKİN. Bu yine kimin söylediğine, nasıl söylediğine bağlı olabilir. Ölümden korkulmaması mümkün değil ama.

DİVA. Yok olacaksınız çünkü, zerreniz kalmayacak.

ALPTEKİN. Eğer bir kişinin az önce söylediğim ruhsal örgütlenmesi bir şekilde yolunda gitmişse ve bütünlüklü ise, yaşamı süresince o bütünlüğü yaşar. O zaman ölüme ilişkin algıları, beklentileri, kabul görüşü daha makul düzeylerde olur. Ama o bütünlüklü değilse, hep içerden bir şey onu huzursuzlandırır, kaygılandırır. Özellikle değişik dönemlerde bu kaygı farklılaşıyor. Gençlik dönemlerinde bu kaygı, başaramama şeklinde ortaya çıkabiliyor. Orta yaştaki en önemli kaygı da hayatla ilgili ne yaptım, doğru mu yaptım/yanlış mı yaptım; bunun muhasebesidir. Ölüm yaklaşıyor ama ben yeterince hayatı yaşayabildim mi acaba? Çünkü bu orta yaş krizini yaşayan kişilerin en önemli şeylerinden biri, kaçmakta olan bir tren. Bir tren, sanki bir hayat kaçıyor ve onu bir yerde yakalamaları lazım. Vakit geçmeden çabucak.

DİVA. Peki psikiyatrinin ruh durumu nasıl hocam?

ALPTEKİN. Nasıl yani?

DİVA. Yani... Siz psikiyatristler nasıl koruyorsunuz kendinizi? Çünkü sabahın köründen akşamlara kadar dert dinliyorsunuz. İnsanlar size rahatlamak için geliyorlar. Peki siz kendinizi, nasıl topraklıyorsunuz?

ALPTEKİN. Bütün psikiyatristlerin de sağlıklı olduğunu iddia etmek zor. Şimdi bununla ilgili yapılmış bir çalışma var. 96'larda falan okumuştum. Bütün bu filmlerde bakmışlar, psikiyatristler nasıl görünüyor diye. Ve onu analiz etmişler. 3 tip psikiyatrist görünüyor. Bunlardan biri eski klasik psikanalitik yöntemi uygulayan analitik psikiyatristler.

Köksal Alptekin

DİVA. Hani o divan vardır, hasta divana yatırılır...

ALPTEKİN. Evet, divana yatırırlar. Hasta neyi anlatırsa anlatsın 'hı hı hı hı' falan diye nötr, hiçbir duygu ifade etmeyen ve hastanın her anlattığını incelemeye hazır bir psikiyatrist modeli.

DİVA. Kendileri klinik vaka yani...

ALPTEKİN. O bir ekol, bir yaklaşım tarzı. Yani hasta önünüzde pencereden atlasa, yerinde oturan bir model. Duygusuz, nötr bir model. İkinci model de kendi davranışları normal olmayan psikiyatristler. Yine filmlerde kaçık psikiyatristler var. O tür örnekler olabilir. Çünkü her meslekte ruhsal sorunları olanlar var. Üçüncü model; insana insanca yaklaşan, onu anlayan, yardımcı olmaya çalışan bir model. Bugün en geçerli model bu.

DİVA. Siz öyle bir modelsiniz mesela.

ALPTEKİN. Evet, ben onu daha çok tercih ediyorum. Hayatın içinden ve insana yakın olan, onu anlamaya çalışan, sınırını da bilen. Öyle bir model... Bu sınırını bilmek. Bazıları bunu karıştırıyor. Çünkü sanki hastayla arkadaş olup onunla bir şeyler yaşamak gibi yaşıyorlar. Oysa öyle değil. Asıl ideal olan model bu. Fakat birçok sorunu dinleyip bunlarla baş etmeye gelirsek... Bir kere iyi bir psikiyatrist olabilmek için, kişinin kendi iç dünyasını iyi tanıması, kendini tanıması lazım. Bunun en iyi yollarından biri, kişinin kendisinin böyle bir eğitim sürecinden geçmesi. Bu bazen psikiyatri eğitimi içinde verilemeyebilir. Özellikle bazı psikoterapi enstitüleriyle, vakıflar, bu tür eğitimleri verebiliyor psikiyatristlere. Bu eğitimlerde kişi kendi duygularını da tanıyor. Eksikliklerini, yetersizliklerini ya da hangi noktada nasıl algıladığı; bunları tanıyor. O zaman, kendini tanıması, kendinin hasta konumunda yaşamış olması; çünkü, böyle bir eğitim için kendisinin bir terapi sürecinden geçmesi gerekiyor, hastayı daha kolay anlamasına yol açıyor. Bir de bizim ayrıca bu tür sistemler içinde süpervizör, denetim dediğimiz sistemler var. Eğer kişi bir şekilde zorlanıyorsa, başarılı olamıyorsa, zorluklar oluyorsa kendisi de psikiyatriste gidiyor. Hiçbir şekilde çözüm bulamıyorsa, o zaman en uygun yollardan biri, belki hastayı başka bir arkadaşına konuşarak devretmek olur.

DİVA. Peki insanlar nasıl seçecek bu 3 tane tablo arasında? Doğru psikiyatrist nasıl bulunacak? Bu da çok zor bir yöntem. Çünkü işin içinde sadece konuşma var; ultrason, kan tahlili vs vs. yok..

ALPTEKİN. Fakat aynı şey tıbbın hepsinde geçerli değil mi? Mesela siz, diyelim beyin ameliyatı olacaksınız. Araştırıyorsunuz. Yani beyninizi kime teslim edeceksiniz? Ve araştırırken o kişinin çalışmalarına, daha önce ameliyat ettiği hastalara; internetten yayınlarına, özelliklerine bakıyorsunuz, bilgi almaya çalışıyorsunuz ya da onu tanıyan diğer kişilere sorup bilgi alıyorsunuz. Aynı şey psikiyatride de geçerli...

DİVA. Aynı şey değil ama... Çünkü bir doktorun ölüm vakalarını alırsınız ama siz ruh bilimcilerin ruhunu öldürdüğü hasta sayısı belli mi?

ALPTEKİN. Yok ama dahiliyecilerde?

DİVA. Onlarda da yok ama...

ALPTEKİN. Aynı şey... Bir dahiliyecinin kaç diyabetik hastayı, ne oranda tedavi ettiğinden haberimiz yok... Şimdi bütün tıp dalları, böyle sanatsal ya da bir takım ustalıklar gösteriyor. Yani herhangi bir cerrahın eli ile başka bir cerrahın elinin arasında çok fark var. Dikkatliliği, performansı çok farklı olabiliyor. Ama sonuçta beyin cerrahisi bir bilim dalı. Psikiyatri de. Çünkü bizim incelediğimiz alan davranışlar, duygular ve düşünceler. Bu davranışları, duyguları ve düşünceleri incelerken onun arka planında birçok yöne, biz ayrı ayrı bakabiliyoruz. Örneğin baktığımız yollardan biri beyin. Beyin-sinir hücrelerinin iletişimi. Bu konuyla ilgili pek çok araştırma var. İşin genetiği var, biokimyası var, beynin değişik yapıları var ama aynı zamanda biz bu kişinin kişilik yapısına ve kişilik örgütlenmesine de bakabiliyoruz. Dolayısıyla bütün psikiyatristlerin kullandığı yöntem o. Karşıda gördüğü bir veriyi, bir davranış bozukluğunu, bir düşünce bozukluğunu ve duygulardaki bozuklukları bir takım bilimsel değerlerle birlikte değerlendirip bir süzgeçten geçirip yardımcı olmaya çalışıyor. Bence bugün hemen hemen her psikiyatrist, psikiyatrinin ilkelerini uyguladığı zaman hastalarına yardımcı olur. Bu açıdan baktığımız zaman hiçbir psikiyatrist, diğerinden çok üstün değildir. Önemli olan, hasta geldiği zaman hastanın o psikiyatriste güvenebilmesi, kendi ruhsal sürecine ait verileri ortaya koyabilmesi, kendini açabilmesi. Eğer psikiyatrist, modern psikiyatri ilkelerine, bilimin gerektirdiği süreçlere; kurallara, ilkelere göre davranıyorsa, o kişiye çok rahatlıkla yardımcı olabilir. Kendi eğitimi de bunu destekleyecektir. Örneğin terapi eğitimi almış olan, ilaç eğitimi iyi olan bir kişi, bunları birleştirerek çok kolaylıkla hastaya yardımcı olabilir.

DİVA. Psikiyatrinin bir sorunu yüksek ücret. Çünkü psikiyatride terapi en az 6 ay sürüyor. Maliyeti yüksek ruhsal hastalıkların. Yurt dışında özel sigortalar psikiyatri masraflarını karşılıyor. Ama Türkiye'de yok.

ALPTEKİN. Bu hem hasta zararına, hem bizim zararımıza. Hastaların bu konuda kendi haklarını ortaya koymaları lazım, yani niye böyle bir farklılık oluşmuş. Psikiyatri hizmetlerinin de özel sigorta kapsamına alınması lazım. Psikiyatri bir noktada pahalı bir hizmet sunabiliyor. Neden? Özellikle iyi bir psikiyatri değerlendirmesinin en az 20 dakikayı içermesi lazım. Bir akciğere baktığınız zaman siz yaklaşık bir iki dakikada anlayabilirsiniz. Tetkikle ölçebilirsiniz. Ama bizim öyle değil. Bizim hastayla önce bir anlaşmamız, tanımamız lazım ki; tanımadan, hasta iç dünyasını açamayacaktır. En az 20 dakika, ortalama bir tanısal görüşme de 45 dakika sürer. Bu 45 dakikalık emeğin karşılığıdır. Psikiyatride sizin dediğiniz gibi en önemli sorun, başlangıç değerlendirmesi değil de sonraki takip süreci. Bizde hastayla olan her görüşme bir tedavi niteliğindedir. Örneğin bir depresyonda sadece ilaç tedavisi; sonrasında tekrarlama riskini artırabiliyor. Ama ilaç tedavisi ile birlikte görüşmeler devam ederse, bu tekrarlama riski azalıyor. O yüzden maliyet yükseliyor belki.

DİVA. İnsanlar birbirlerine şeker gibi ilaç ikram ediyor, tavsiye ediyorlar. Ben Zanax içiyorum, sen de iç diyorlar mesela. Ne diyorsunuz?

ALPTEKİN. Bu çok tehlikeli.

DİVA. Evet, bu çok tehlikeli ama çok yaygın.

ALPTEKİN. Bu çok tehlikeli. Mesela 80'li, 90'lı yıllarda en yaygın kullanılan ilaçlardan biri Lidanil'di... Çok yaygın kullanılıyordu sıkıntıya çare diye. Oysa bu ilaç antipsikotik, ciddi yan etkileri olabilecek bir ilaç. Ondan sonra İnsidon yaygın kullanılmaya başlandı. İnsidon bir antidepresif. Özellikle orta yaşın üzerinde kardiyag yan etkileri olan, yatkın bireylerde, özellikle kalbe olumsuz etkisi olabilecek bir ilaç. Şimdi biz ilaçları kişiye göre seçiyoruz; kişiye göre verirken o kişinin ruhsal, bedensel durumunu, oluşabilecek yan etkileri, riskleri değerlendirerek veriyoruz. O ilaç o kişiye iyi gelmişse, bir başka kişide risk oluşturabilir. Mesela bir kişiye Zanax'ı verdik. O kişide Zanax bağımlılık yapmayabilir. Bu kişinin kişilik yapısı, hayata yaklaşımı, bağımlılık riski düşük, o nedenle vermişizdir. Başka bir kişiye kesinlikle Zanax vermeyiz. Çünkü bağımlılık yaratabilir. Dolayısıyla o kişi diğer kişiye Zanax vermişse, belki onun bağımlı olmasını da teşvik etmiş oluyor. Ya da Prozac. Troid metabolizması bozuk olan, overyum kistleriyle ilgili sorunu olan bir kişiye Prozac vermek riskli. Çünkü buradaki problemi tetikleyebilir, ortaya çıkarabilir, artırabilir. Birinden ilaç almak da vermek de tehlikelidir kısacası.





Diğer Röportajlar